30 Eylül 2018 Pazar

Dünyanın En Zengini Kral Mansa Musa


Şahsi servetleri milyar dolarları bulan şu lâhza herkesin konuştuğu Bill Gates, Carlos Slim, Bloomberg gibi multi Milyarder insanların yer aldığı bugünkü dünyasında, bu defa varlıklı olarak gördüğümüz şahıslar, gerçekte gelmiş geçmiş en varlıklı kişiler değil.
Kişisel Servet itibariyle tarihte, Gelmiş geçmiş en varlıklı insan 14.
yüzyılda yaşamış olan Parasal Kralı Mansa Musa'dır. 

Kişisel servetinin 400 milyar dolar bulunduğu ön görü edilmektedir.
Günümüz insanlarının şaşkına düşüren bu büyük Servet'in sahibi Mansa Musa, babası Faga Laye Açık denizlere yeni memleketler aramak için açılması ve bir henüz gelmemesi neticesi tahta geçmiştir.(1312) Babası yeniden varlıklı krallardan bir tanesidir fakat prens olarak kalmış ve kralların kralı mananına gelen Mansa ünvanını hiç alamamıştır..
O devre Afrika'da Coğrafi keşifler inşa etmek istemişti.
Düşünün acaba onlar bu keşifleri yapsaydı dünya Bu gün ne durumda olurdu bu ayrı bir mevzu.
Babası Mali'den ayrılırken Musa'yı tahta vekil bırakmış ve geri Dönmeyince Mansa Musa Kral ilan edilmiştir.

Peki Mansa Musa sebep bu kadar zengindi.
Mali o devre oldukça önemli ticaret yollarının Merkezi konumundaydı.
Güneydeki altın yatakları ve kuzeydeki tuz ticaretinin geçiş noktasında tespit edilen Parasal ve başkenti Timbuktu, Bu özelliği vasıtası ile varlıklı bir ülke olma mevkisine yükselmiştir.
Ayrıca Fildişi, köle ticareti de Mali'nin ehemmiyetli zenginleşme kaynaklarından birisiydi.
Kral Mansa Musa da bu ticaretin göbeğinde yer aldığı için kendine altınlarla dolu bir servet yapmıştı.
Mansa Musa, Defa içten bir Müslümandı.
Dinine düşkün bir kraldı.
Ülkesinde birçok yenilik yapan, dine ve ilime defa ehemmiyet vermiştir.
İyi bir kral olmasının yanında ticari zekası ve Komutanlığı defa ilerlemiş biriydi.
Başa geldikten ardından Sudan'ın bir kısmını kendisi topraklarına katmış, Böylece ticaret yollarının genişletmiştir.
Ardından Sudan'da ki öğrencileri ilimi öğrenmesi için Fas'a yollamış, üklesinde de ehemmiyetli bilim merkezleri yaptırmıştır.
Zenginliğini genellikle bilim, eğitim ve hayır işleri üstüne harcamıştır.
Kendi Döneminde ilim ve bilim insanlarının Timbuktu'ya yerleşmesi ve çalışması için birçok olanağı sağlamıştır.

Mali Kralı Mansa Musa hayır işlerine defa düşkündü.
Bunun sebebi iyi bir Müslüman olmasının yanında, küçükken bir ilçe neticesi kendisi annesinin ölümüne neden olması nedeniyle duyduğu yürek azabını, kendisini Hayır işlerine adayarak bir nebze olsun hafifletme Talebi bulunduğu söylenmektedir.
Mansa Musa'yı dünyaya tanıtan hadise ise hacca gitmesidir.
Kendi müracaat ettiği din alimlerinin tavsiyesi üstüne Hac yolculuğuna 60 bin şahıs ve Tonlarca altınla yola çıkmış, uğradığı yerlerde fukara halka çokça altın yardımda yer almıştır.
Mısır'a ulaştığında yaptığı harcamalar Mısır'ın kalkınmasını sağlamış, Hem de Mısır'da o kadar defa altın harcamıştır ki ülkede altının kıymeti uzun bir müddet düşük kalmıştır.
Hatta bu ziyaret o devre Mısır'ın içerisinde yer aldığı ekonomik krizden çıkmasını sağlamıştır.
Hac ibadetini adına getirdikten ardından ülkesine dönmüş ve bu Hac yolculuğu onun dünya tarihinin yanında Avrupa ülkelerinde de tanınmasını sağlamıştır.
Mansa Musa'nın varlığı dillere destan olmuş, Bunu duyen Avrupalılar, Kara Kıta Afrika'ya doğru yönelmeye başlamıştır. 

Bir nevi sömürgeciliğin ilk stepleri Mansa Musa'nın zenginliğinin duyulmasıyla başlamıştır denilebilir.
İlk etapta Portekizli denizcilerin Uğrak yeri durumuna gelen Parasal ve etrafı, ardından bütün Emperyalist Avrupalıların koloni merkezi durumuna dönüşmüştür.
Mansa Musa'nın net ölüm tarihi ve ölüm sebebi bilinmemektedir.
Mali ve bilhassa başşehir Timbuktu, Mansa Musa saatinde oldukça önemli bir İlim ve Ticaret Merkezi durumuna gelmiştir.
Kendisinden ardından Mali'nin varlığı ve Şöhret'i 200 yıl kadar devam etmiş fakat iç savaşlar, kıtlık ve Avrupalıların sömürülmesiyle ülke günümüz mevkisine gelmiştir.

Mansa Musa'nın Mısır'da Kervanı hücüma uğramış ve geri dönüş için Mısır'daki faizcilerden borç almış, ülkesine dönünce kaç ve kat çoğunu kendilerine gönderdiği rivayet edilmektedir.
Ayrıca meşhur Müslüman kaşif İbni Batuta da Mansa Musa'nın kişiyi şöhretinden Parasal ve Timbuktu'yu ziyaret etmiştir.
Kral Mansa Musa o devre uygulanan haritalarda Afrika'nın merkezinde elinde altın tutan Kral şeklinde resmedilmiş ve böylece Avrupalıların alakasını çekmiştir.

Elinde Altın Tutan Kral

Ünlü bir web sitesinin analizine göre Mansa Musa, dünya üzerindeki gelmiş geçmiş en varlıklı şahıs meydana gelmiştir.
Bugün Timbuktu da yaptırdığı görkemli tarihi cami aradan seneler geçmesine karşın ayakta durmaktadır.

23 Eylül 2018 Pazar

Osmanlı İmparatorluğu En Geniş Sınırlarına Hangi Tarihte Ulaşmıştır?


Çoğu insan Osmanlı İmparatorluğunun, 24 milyon kilometrekarelik bir alana ulaştığını, üç kıt'ada 600 yıl karar süren, gezegenin en ehemmiyetli imparatorluktan biri olduğunu bilir.
Fakat hatalı malum bilgilerden birinin ise Osmanlı İmparatorluğunun, Kanuni döneminde en yüksek sınırlarına vardığı ve bu tarihten ardından daimi toprak kaybettiğidir.
Kanuni Sultan Süleyman' nın Osmanlı İmparatorluğuna en fazla toprak kazandıran padişah bulunduğu doğrudur, ama tarihsel proses olarak bakıldığında Osmanlı İmparatorluğunun, Kanuni' nin nihai zamanlarında ve ölümünden ardından duraklama devrine girdiği belirtilse de Kanuni Sultan Süleyman' ın ölümünün ardından başka bir deyişle duraklama devrine göz atıldığında, Osmanlı İmparatorluğunun Toprak kazanma süreci bitmemiş, aksine az da olsa ilerlemiştir.
Osmanlı En geniş sınırlar

Osmanlı Fetihleri Duraklama Devrinde de Devam Etti


Kanuni' nin ölümünden ardından erkek çocuğu II. Selim doğrulusunda Kıbrıs alınmış, ardından Girit fethedilmiş, Afrika kıyılarında ise yeni merkezler kazanılmış, Kamaniçe gibi ehemmiyetli noktalar ise 17. yüzyılda başka bir deyişle IV. Mehmet devrindefethedilmiştir.
Bu da işaret ediyor ki ehemmiyetli noktaların kazanılması duraklama devresi olarak kabul edilen devirde de yaşanmıştır.
Peki bundan yola çıkarsak, Osmanlı İmparatorluğunun toprak itibariyle Zirve noktasına vardığı Başka bir deyişle Osmanlının en yüksek surat ölçümü kazandığı tarih nedir ? dersek bu tarih 17.
yüzyılın nihai çeyreğine eşit gelmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına hangi padişah döneminde ulaşıldı derseniz, Avcı lakabıyla malum IV. Mehmed döneminde Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
1672 seneninde günümüz Polonya başka bir deyişle Lehistan Krallığı ile uygulanan muhabere neticesi imzalanan Bucaş Anlaşması ile Ukrayna' nın hakimiyeti Osmanlı' ya bırakılmış, Podolya ili Osmanlı topraklarına katılmış ve bununla birlikte yeniden ehemmiyetli kaleler Osmanlı sınırlarına geçmiştir.
Bucaş Anlaşmasında bulunan vergi konusunda kimi maddeleri henüz ardından can veren kralın adına geride bıraktığımız yeni Lehistan Kralı, (daha ardından Viyana kuşatmasından Avusturya'ya takviye edecek olan) Kral Sobieski doğrulusunda reddedilmiş ve muhabere yeniden başlamıştır.
4 sene süren muhabere nihayetinde 1676 seneninde Bucaş Anlaşmasına benzer maddelerle Osmanlı lehine yeniden imzalanmıştır. 

Bucaş Antlaşması


Bucaş Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğunun en geniş sınırlarına vardığı uyuşma olması nedeniyle ehemmiyetli bir anlaşmadır.
Bucaş Anlaşması ile Osmanlı, batıda en geniş sınırlara ulaşılırken tarih olarak Osmanlı İmparatorluğunun en geniş surat ölçümüne ulaşmasını gerçekleştiren tarihi bir uyuşma meydana gelmiştir.
Ufak tefek Toprak kazanımlarını da göz önünde bulundurursak Osmanlı silahlı gücünün Yasası Sultan Süleyman döneminden ardından ikinci sefer Viyana kapılarına dayandığı tarih başka bir deyişle 1683 senesi Osmanlı İmparatorluğunun surat ölçümü yönünden Zirve noktasına vardığı tarihtir denilebilir.

Kesin olarak Bucaş Antlaşması, surat ölçümü yönünden ehemmiyetli bir uyuşma olsa da, Osmanlı' nın bilhassa Afrika ilçesinde sınırlarının net olarak çizilmemesi, Osmanlı' nın daha fazla dış işlerinde ve vergi konularında Hakimiyetine aldığı mekanları serbest bırakması nedeniyle netleşmemesi, Osmanlı sınırlarının Zirve noktasına çıktığı tarih başka bir deyişle Osmanlı'nın en geniş toprakları, sene olarak tam net olarak bilinmemekle beraber Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümü yönünden en yüksek sınırlarına vardığı devre IV. Mehmet' in padişahlığında yaşandığı net olup, bu proses 17.
yüzyılın nihai çeyreğine eşit gelmektedir.
Aynı dönemde başka bir deyişle 1699 seneninde Osmanlı İmparatorluğunun ilk toprak kaybının yaşanması, bu devresinin ne kadar çalkantılı geçtiğini göstermiştir.
IV. Mehmet döneminde en geniş sınırlara ulaşılması ve derhal sonrasında hızlıca devasa toprak kayıplarının yaşanması nedeniyle de enteresan bir devre meydana gelmiştir.
17. yüzyılın sonları gerçekleştirmiş olan(1683) 2. Viyana Abluka etmesi da IV. Mehmet döneminde yaşanmıştır.
İkinci Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasının sonrasında IV. Mehmet tahtan indirilmiş ve II. Süleyman tahta geçirilmiştir.
Osmanlı Devletinin ilk toprak kayıbı yeniden aynısı asırda IV. Mehmet' in erkek çocuğu II.
Mustafa döneminde Karlofça Anlaşması ile yaşanmış ve II. Mustafa, Osmanlı İmparatorluğunda ilk toprak kaybeden padişah meydana gelmiştir.
Yanlış malum bir farklı gerçekse, Kanuni Sultan Süleyman'dan ardından padişahların Ordunun başında sefere çıkmaması meydana gelmiştir.
Sanılanın aksine IV. Mehmet ordunun başında sefere çıkan Nihai Osmanlı padişahı meydana gelmiştir. Yani 17. Yüzyıl da IV. Mehmet, Kamaniçe' nin fethinde özellikle ordunun başında yer almıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun fethettiği ve hakimiyeti altına aldığı bölgelerde, Avrupa ülkelerinin aksine asimile etme, kültürlerinin ve dinlerini zorla değiştirme gibi çabaları olmamış, iç işlerinde ise Otonom bıraktığı noktaları Yanlızca vergi ve asker kuvveti manasında kendine bağlamıştır.
Dışişlerinde Osmanlı' nın koruması altında kalan topraklar, içişlerinde kendisi kültür ve dinlerini rahatlıkla yaşamışlar, asimile olmamışlar ve bu yüzden bu gün Osmanlı İmparatorluğu hudutlarında Hakimiyeti altında ki tarihsel süreçte yer almış 20' nin üstünde tespit edilen ülke, Hala kendisi dilini konuşabilmekte ve dinlerini de ataları gibi özgürce yaşayabilmektedir.
Bu nedenden 500 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalan ülkeler ve milletler bu gün bile din, dil, örf adet ve geleneklerini kaybetmemişlerdir.